Uyanış
Güzel bir mezarlıktı. mezarlığın güzeli de olur mu demeyin.
egzoz dumanlarından uzakta şehrin kalabalığından kurtarılmış ileri de yol olma
ihtimali olmayan tenha bir köy mezarlığıydı. eninde sonunda geleceğimi bildiğim
fakat bu kadar erken olabileceğini tahmin edemediğim bir yerdeydim. dirilerin
omuzlarında ölülerden bir ölüydüm. ne ölülerle konuşabiliyordum ne de dirilerle.
kendimi dinliyordum sadece. bu saatten sonra ne konuşmanın ne de dinlemenin pek
bir anlamı yok.
daha önce ölüm korkusunu yaşamıştım. savaş gazisiydim. ama
bu defa ölü olmanın korkusunu yaşıyorum. bakın hala yaşamak kelimesiyle iç
içeyim. dedikleri gibiymiş. ölmüyormuş insanı taşıyan ruh. kesin bildim. bir
insan yeterince önem vermediği hangi gerçeği idrak ettiğinde bu kadar acı
çekebilir ki.
yapabileceğim hiçbir şey yok. yaptıklarımı düzeltme fırsatım
da. söyleyebileceğim hiçbir şey yok. söylediklerimi değiştirebilme hakkım da.
meğerse bütün haklarım birer fırsatmış benim için.
ama ben bir ömür umursamadım
hiçbirini. paha biçilmez bir kabiliyetmiş karar vermek
ve harekete geçmek.
anladım.
çok geç kaldım.
telafisi olmayan bir geç kalış.
insanı bedeninden çıkaran bir uyanış.