30 Aralık 2011 Cuma

Son Namaz

Vakitler geçip gitti. günler üstüme çullanıyor sanki. bu kadar mı hızlı geçerdi zaman bu kadar mı anestezik. kendimi doğduğum günden beri narkozlu gibi hissediyorum. belki de sezaryenle doğmuş olmanın verdiği bir uyku halidir. eğer düşündüğüm gibiyse, bütün bir insanlık sezaryenle geldi dünyaya. babam söylerdi, ömür değdiğin göz açıp kapayıncaya kadar geçer, yetmiş yıl nasıl geçti bilmiyorum derdi. demek ki yetmemiş kimseye dünyada yaşanan yetmiş yıl ve yetmeyecekmiş kıyamet kopana kadar. elli elsiz, altmış üstmüş, yetmiş yetmemiş, seksen sekmesen, hiç fark etmiyormuş anladım. kaç yaşındayım? otuz. yani otuz yıl yaşamışım ama hala otum. ve bu hal on yıl sürecek. bu mevzuu daha fazla uzatmayacağım. aslında başlı başına bir yazı olabilir ama ne gerek var. kalemi mi ve aklımı seviyorum. çünkü onlar bana Rabbimin hediyesi



Üzerine bir ağırlık çökmüştü durup dururken. oysaki abdest alıp namazını kılacaktı her zaman olduğu gibi. belki de şeytanın çabalarıydı, nefsinin tembelliği. çünkü yaklaşık kırk yıldan beri beş vakit namazını kılardı. hiç vazgeçmeyecek ve her şeyini kaybetmiş bir düşmanla savaşmak ne kadar zor diye geçirdi içinden. ve ağır adımlarla yürüdü banyoya. eşi ve çocukları yatmıştı. televizyonun başında geceyi ortadan ikiye bölmüştü yine. aslında kendisi de tasvip etmiyordu bu alışkanlığını. ama alışkanlık işte, mücadele etmeden kurtulmak zordu. ve artık mücadele etmeyi isteyecek kadar genç değildi. Sıkıntılıydı. bu durum üzüyordu onu. kulluğunun kalitesini düşürüyordu. neyse ki bir gün daha, az sonra bitecekti. gece yarısına kadar televizyon seyrettikten sonra namaz kılıp uyumayı seviyordu nefsi.

Musluğu açtı. yüzüne su vurup şöyle bir baktı kendine. ve abdest almaya başladı. zaman yüzünü sıyırıp geçmişti. ne tam yaşlanmıştı ne de gençti. saçma sapan bir yerindeydi ömrünün. ne ölmekten korkuyordu ne de ölmekten korkmuyordu. hastalansa ölebilirdi. tam da bir hastalığın çıkıp ömrünün sonuna kadar yakasına yapışacağı yaştaydı. elli altı yaşındaydı. ama kırk değildi. kalp krizi için en güzel yaşlarıydı. Şöyle, arkadan omzuna birden saplanan bir bıçak gibi, kalbini yarıp geçen bir kriz, onu çok rahat öldürürdü. aslında ölmeyi de istiyordu çoğu zaman. kırk yıldan beri neyi umarak namaz kılıyordu ki sanki. şükürler olsun ki ölüm denen bir şey vardı dünyasında. burnuna su verip sümkürdü üç kere. ve her zaman olduğu gibi başını kaldırıp yüzünü kontrol etti. hala orada olduğundan emin olmak istercesine. ve bayıldı. neyse ki başını hiçbir yere çarpmamıştı. çok şanslıydı. aslında değildi. sanki kimseyi uyandırmadan, bir an önce ayılıp kendisine gelmesini isteyen bir güç, onu silkeledi. ve hiçbir şey olmamış gibi yavaşça ayağa kalktı. ama kalbini hissetmiyordu. ya çok hızlı atıyordu ya hiç atmıyordu. aynada gördüğü siluetin kim olduğunu anlayamadan can yakıcı bir korkuyla kendini kaybetmişti. hiçbir tanıma uymayan biriydi. yüzü yoktu. hayır vardı ama öylesine ürkütücüydü ki, insanın ona baktığında ayakta kalabilmesi imkânsızdı. zaten o da bir çuval gibi yere yığılmıştı. ve ayıldığında o yüze ait hiçbir şey hatırlayamıyordu. daha abdestini bile tamamlayamamıştı. yaşadığı her şeyin bir sanrıdan ibaret olduğunu düşünerek abdestini almak için lavaboya yaklaştı. nedense içinden bir daha hayatım boyunca bu aynaya bakmayacağım diye geçirmişti. çünkü böylesi bir korku yaşamamıştı ve bir daha yaşayabilecek gücü yoktu. başını hiç kaldırmadan abdestini aldı. ellerini ve yüzünü kurulayarak aceleyle banyodan çıktı. Normalde, ayaklarını ve parmaklarının arasını da kurulardı. ama unuttu. ya da zaman kaybetmeden banyodan çıkmak istedi. kendini hole attığında yüzüne çarpan serinlik burnunu sızlattı. asırlık çamların arasında yürüyordu adeta. aynadan uzaklaşmış olmanın verdiği mutluluk olmalı dedi içinden ve seccadesinin bulunduğu yere salona doğru ilerledi. hol mü uzamıştı, yoksa ayakları mı kısalmıştı. sebebi neydi, birkaç metreyi ömrünün en uzun yolu yapmaya yeten şeyin, bilmiyordu. nihayet seccadesine ulaşmıştı. birkaç günlük yolculuğun ardından evine varan insanlar gibiydi. Güvendeydi. sağ ayağını seccadesinin üzerine koydu. seccade yerden yüksekte duruyordu sanki. kendisini sanık kürsüsüne çıkıyormuş gibi hissetti. bu nasıl bir histi. tedirginlik duydu. aynaya baktığı ilk andan itibaren bir başkası olmuştu. tanımadığı ya da daha önce ömrünün bilmem neresinde unuttuğu biri gibiydi. Değişmişti. ya da değişmeyi öylesine arzulamıştı ki bu arzusu sonuçsuz kalmamıştı. idam sehpasına çıkan mahkûmun son isteğinin yerine getirilmesi neyi değiştirebilirdi ki. mutlu bir ölüm için mi yapılıyordu bu kirli tören. ya da hayatı boyunca hiçbir isteği kabul görmemiş bir insanı ödüllendirmek için mi. sol ayağını da diğerinin yanına getirdi. artık sıra savunmasına gelmişti. neyi savunacaktı ki. amacı sadece namaz kılmaktı. her zaman yaptığı şeyi yapıp yatağına gidecekti. böylesi ahmakça duygulara neden kapılıyordu ki. Yıllanmış, tecrübeli, söz dinleyen aklına neler oluyordu. istediği gibi düşünen kaypak aklına, bilmiyordu. güzel sözler söyledi bunca karmaşanın arasında. namaza başlamadan önce. eskiden kalma birkaç söz çıktı ağzından. Rabbinin aşkıyla yandığı o gençlik yıllarından kalma birkaç söz. anlamlarını çoktan yitirmiş birkaç kelime. (Allah’ım niyet ettim Senin rızan için namaz kılmaya benliğimi arındırmaya kalpleri Seninle huzura erenlerden olmaya). benliğini arındırmaya vakti yoktu artık. ve huzura kavuşturan birçok şey vardı kalbini. seni bataklıktan çıkarmak için, onlarca öyküyü yeniden yazan Rabbine, nasıl böyle yaparsın. fırtına da, okyanusun sularının geceden daha karanlık olduğu o anda, dua ettiğin Rabbine, gün aydınlanıp karaya çıktığın da, nasıl sırtını dönersin. O’nu nasıl unutursun. görmezden gelirsin. bu ses, bu ses de neyin nesi, kulakları kanatan bu ses, artık bayılmak ta yoktu. kendini bırakamıyordu. kaçamıyordu kendisinden. seccadesinden başka her şey yerle bir olmuştu. dünya yoktu. yıldızlar ve ay yoktu. güneş zaten kaçıp gitmişti saatler önce. havada değildi. orada bir yerdeydi. seccadesinin üstünde boşluktaydı. Düşmüyordu. sallanmıyordu da. Durdu. gözlerini kapattı. aslında gözleri yıllardan beri kapalıydı. kapalı ya da açık olması onun için pek bir anlam ifade etmiyordu. çünkü karanlıktı her yer. her yer hiç olmuştu. babası aklına geldi birden. yüzüne baktığında bütün sıkıntılarını gideren babası. olması yeterliydi. var olması. bir şey söylemese de olurdu. hiç konuşmasa da. alabildiğine sıradan olsa da. hatalarla dolu olsa da bohçası. babası olması yeterliydi. uzanıp yatsa da hiç kıpırdamadan bir hastane odasında. yanına giremese de. sadece uzaktan baksa da ya da hiç görmese de. birileri sorduğunda, babam hayatta, o var demesi, yeterliydi. çılgınca sevmişti babasını. kimsenin anlayamayacağı, yalnız sevgiyi yarat Rabbinin bilebileceği bir sevgiyle, saygıyla sevmişti babasını. birlikte namaz kılarlardı gençliğinde. babası onun ilk ve tek cemaatiydi. Sabah, akşam ve yatsı namazlarını birlikte kılarlardı. karanlığı paylaşırlardı sadece. çünkü ağladığının bilinmesini istemezdi. babasını kaybettiğinde gücünü de kaybetmişti. görmezden gelmeye başladığı an, o andı. nasıl var olabilirdi ki görmeyi sürdürerek. zaten Rabbini de aşk ile severdi. sazlıktan koparılmış bir kamış gibiydi. Neydi. ağlayıp inlerdi feryadından. bir de babasını kaybetmişti üstüne üstlük. hayat artık doldurulması gereken bir kap halini almıştı onun için. sessiz sakin, damlaya damlaya dolan bir kap. yaşamak zorunda olduğu için böyle davranmaya karar vermişti. ne sebepten dolayı olduğunu bilmiyordu ama her ne olursa olsun yaşamalıydı. ve şimdi o yaşamak zorunda olduğu hayatın dudak payındaydı. babasına olan sevgisini aklından geçirdi. yirmi küsur yıldan sonra ilk defa. ve üstünü örttüğü her şey artık karşısındaydı. alev almıştı kalbi. Yanıyordu. ağlıyordu bir çocuk gibi, babasını sayıklıyordu. öylesine karanlıktı ki, gözyaşları lavlar gibi zifiri aydınlatıyordu. Durdu. Duruldu. Yoruldu. her şey bir anda olup bitmiş gibiydi. kendine geldi. yıllar önce kaybettiği o genç olmuştu. seccadesiyle ve her şeyi başlatan o sesle baş başa kalmıştı. aynadaki görüntü mü o sese aitti, yoksa o ses mi aynadaki görüntüye aitti. ne fark ederdi ki. artık diriydi. ölmeye en yakın olduğu anda dirilmişti. yüzleşmesi gereken ne varsa her şeye hazırdı.  

Seni almaya geldim. bitmek tükenmek bilmeyen o seni. canını benliğinden koparmaya geldim. her yerde yankılandı bu sözler. bütün hücrelerinde, kainatın her zerresinde, neden diye sormadı. çünkü anlamsızdı. nedensiz yere ölmüş milyonlarca erkek ve kadın vardı insanlık tarihinde. sadece sırası gelmişti o kadar. yalnız bir tek ayrıcalıkla, o da çoktan unutulmuş bir duanın karşılığıydı. gözyaşları içinde, yapayalnızken ettiği bir dua, namazını kılıncaya kadar seni bekleyeceğim. Rabbinin senin için takdir ettiği son vakit namazını. bu sözler başına gelen her şeyi açıklıyordu. içine çekildiği o sonsuz girdaptan kurtulmuştu artık. belki de bütün yaşadıkları aklının birer yanılsamasıydı. peki neden uyanamıyordu bu uykudan o zaman. Uyanamazdı. çünkü her şey ölüm kadar gerçekti. bunu kesin olarak anladığında, Rabbine kavuşacağı son namazını kılmak için tekbir getirdi. Allah yücedir dedi. ve sarsıldı. Tıkandı. boğazı düğümlendi. oysaki hayatı boyunca on binlerce kez söylemişti aynı kelimeleri. değişen neydi. bir gün mutlaka her şeyin sonun geleceğini bilmiyor muydu. bu anlamsız koşuşturmanın biteceğini. sahip olduğu ne varsa hepsini geride bırakıp gideceğini. ahiret hayatının dünya hayatından daha güzel olduğunu. inanan insan için dünyanın bir hapishaneden faksız olduğunu söyleyip durmamış mıydı yıllarca. ölüm şimdi gelse kılımı kıpırdatmam diye ahkam kesmemiş miydi. üstelik diğerlerine göre oldukça şanslıydı. çünkü hayatını Rabbinin hoşnut olacağı şekilde yaşamıştı. tam anlamıyla öyle olmasa bile, en azından çaba göstermişti. hem de hafife alınmayacak bir çaba. peki neden bütün bunlar onu rahatlatmıyordu. Rabbine kavuşacağı için sevinç gözyaşları dökmüyordu. Neden. çünkü Allah yüceydi. Umduğundan. Anlatılanlardan. bilinenlerden ve beklenenden çok daha yüceydi. biriktirdiği her şey eriyip gitmişti O’nun büyüklüğünün karşısında. anlamıştı. biri de bini de birdi. az ile çok birdi. var ile yok. öylesine yüceydi ki Rabbi, deniz de damla da birdi O’nun huzurunda. namazının başındaydı, yıllar geçmişti aradan daha sübhanekeye gelememişti. çoğu zaman okuyup okumadığını bile unuttuğu o sübhanekeye. çok üzgündü. yapmayı isteyip de yapamadığı şeyler için değil, yaptıklarına gereken özeni gösteremediği için. çok üzgündü. gözleri değil kalbi dolmuştu. yanakları değil gövdesi ıslanmıştı. ayaktaydı ama düşüyordu. hala dünyadaydı fakat dünya ondan çoktan uzaklaşmıştı. ne bir kemiği kalmıştı kırılacak. ne de incinecek bir tarafı. bedeni yoktu. sadece kalbi vardı. nihayet sübhanekeyi okumaya başladı. Allahım Sen her türlü eksiklikten uzaksın Sana hamd ederiz Senin adın yücedir Varlığın her şeyden üstündür Senden başka tanrı yoktur dedi. her bir kelime bin yılda çıktı dudaklarından. binlerce yıl geçmişti aradan. henüz dayanmıştı Fatihanın kapısına. kovulmuş şeytandan Bağışlayan ve Esirgeyen Allaha sığınırım diyerek Fatihanın kapısını araladı. hamd alemlerin Rabbi din günün sahibi Bağışlayan ve Esirgeyen Allahadır dedi. kapı açıldığında bütün karanlıklar aydınlandı. ışık değildi bu. nurdan ırmaklar akıyordu önünde. kalbi kamaşmıştı. ne bekleyen vardı ne de beklenen. bir değil binlerce Azrail bir olup alsaydı canını. canı duymazdı. yalnız Sana kulluk ederiz ve ancak Senden yardım isteriz dedi sevinçle. bizi doğru yola ilet. kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. gazabına uğrayanlarınkine ve sapkınlarınkine değil diyerek dua etti bin ümitle. kulluğun özüne karışmıştı. hayatı boyunca sabırsızlanarak okuduğu Fatiha, onu içine düştüğü hüzün dehlizlerinden, umutsuzluk girdabından kurtarmıştı. iyi ki vardı. iyi ki yaşamıştı. günahlara bulanmıştı. iyi ki insandı. hayata ve ölüme dair yaşadığı bütün hayal kırıklıklarına Fatihaya bir kere daha ulaşabilmek için katlanabilirdi. ardından asr suresini okudu. çünkü bir an önce Rabbine kavuşmak istiyordu. zamana and olsun ki insanlar şüphesiz hüsran içindedirler. ancak inananlar ve iyi işler işleyenler, birbirlerine sabrı ve gerçeği tavsiye edenler bunun dışındadır dedi.  rükuya vardı. azamet sahibi Allahım Sen bütün eksikliklerden uzaksın diyerek üç defa haykırdı. Allahım Sen Seni öveni işitirsin diyerek doğruldu. ve sonra insanın Rabbine en yakın olduğu yere secdeye kapandı. yüce olan Allahım Sen bütün eksikliklerden uzaksın diyerek olduğu yerde yığılıp kaldı. yıllar önce ettiği duası kabul olmuştu. Rabbine en yakın olduğu anda canı kaybolmuştu.